Saçmalığın İki Kavramı

hayat üzerine bir iki şey

Perşembe, Ocak 31, 2008

maria

bütün gece yoldaydım,karanlığın ortasında
en iyisi dönmek eve otobandan istanbula
biraz müzik iyi gelir; yardım ederdi varmama
gece geçtiğim şehir; köpekler havlar, aşk kaçar...

(şair bu dörtlükte, aşkın bir tür köpeklik olduğunu ve ne kadar havlarsan-inlersen-ulursan-ağlarsan ağla, aşkın kendi bildiği yolda, kaçış hatlarında yaşadığını ima ederken, ev gibisinin olmadığını ve yalnız yatağın hiç yoktan iyi olduğunu söylemektedir.)

içki içmeyi sever ara sıra sigara
bunlar yakışır ona madonna edasıyla
bilmediğim dillerde şarkılar söyler,
sanki yarın yok gibi yasamak ister
maria...

(bu dörtlükte ise, bize yabancı-garip-uzak gelenin her zaman bir çekicilik taşıdığı kabülü vardır; öyle ki onun ne olduğundan bağımsız olarak bizim o adsız kadına yüklediğimiz anlam vardır ve bir de isim: maria!)

acımasız bir şehirde, kanım döküldü yerlere
artık herşey senin elinde dön- döne döne;
şimdi anladım o gitti,
çünkü sen geliyordun.
yaşın binin üstünde herşeyi biliyordun
maria...

(müzik benim zikrimdi-döndüm durdum, dizelerine atıf var; ve tabii ki gel ne olursan ol yine de gel... konya'dan hindistan'dan, fark etmez; istanbul ve ankara-buldum seni en sonunda. bulunan şey, bizzat içeridekidir; gelen de giden de odur. ol dedin bana bak oldum'dur; olunacaktır, hamdık piştik olduk hesabı...metinlerarasılık... insanlararasılık... dön dolaş aynı yerdesin.)

geçmişinden bahsetmezdi, bu zamana aitti.
bildiğim kadarıyla babası çok içerdi
bir gün ödersin bunu, istanbul yağmuru yağarken
bahsetti aniden
gitmekten...

(babalar önemlidir; ben hayatta en çok babamı sevdim-örneğin. geçmiş ise yabancı bir üljedir hepimizin bildiği gibi. giriş var çıkış yok. dolayısıyla oralara girmenin alemi yok. alemsin... gerek yok böyle şeylere; gitmiş işte en sonunda, yağan yağumurun önemi yok; kimdi giden kimdi kalan-diye sorulmuş ayrıca; giden mi suçludur her zaman-lütfen; iğne başkasına çuvaldızı kendimize...)

(kesmeşeker-maria-içinde içindekiler vardır)- saçmaladık üstad, doğamız gereği- kusura bakma!

Salı, Ocak 29, 2008

sene-i devriye

doğduğum, büyüdüğüm ve doyacağım kentlere çok uzağım; daha çok insan görüp tanıyacağım, daha çok insan ve şehir beni öldürecek ve yaşatacak; gazımı alacak, güneş dönüp dolaşıp yine yakacak ama şimdi pamuklar yapışmış dallara ve 0.9 kalem ucuyla yapıştırılmış beyaz el işi kağıtları dökülmekte uhular yetersiz kaldığı için gökyüzünde... gaz alırken düşündüm de e bi yıl önce nerdeydim ve şimdi neredeyim, tüm bu insanlar gaz almak için bekleşiyor, yüklenip boşalıyor; yanıp tutuşuyor; tükeniyor sonra gazları tükeniyor ve sonra doldur-boşalt taktiğiyle yükleniyorlsr karşı kaleye...

seneler devrilirken, sene-i devriyesinde bir yeni başlangıcın ve bitişin; önümdeki amcalar kapalı ortamda sigara yasağına girmek üzere olmanın telaşıyla hızlıca doldururken ciğerleri dumanla, ben de radiohead'in seslerini doldururken kulağıma, aklıma düştü bunlar. bir dönem daha bitti ve artık yeterli miyiz değil miyiz görmeye az kaldı? yoksa gazımızı mı alacaklar yine, yeni bir döngüde... bilemedim...

bu gönderiye ilham veren şarkı:silah sesleri geliyor üçümden hiç yokken, şüphe ediyorum ellerimden

"benim diye bu evdeyim ve karnım tok ve aynada yine kimse yok..."

gaz var neyse ki; karnım da tok; elektrik kesildi tam bıçak sırtı başlayacakken, korktum bir an, ilk defa kesildi bu evde ve tekken; TEK eskidendi TEDAŞ şimdi; Başkent Dağıtım'a sevgilerle, zaten hiç çalışma isteği yoktu; tütün ve çay vardı neyse ki (iki oldu bu!) korkunca karanlıktan, şarkı açtım ben de; ne iyi olmuş, bu satırlar çıktı işte...

Cuma, Ocak 25, 2008

yazmayayım diyorum olmuyor; nereye akacak bu kafanın içi; içeri akarsa zehir etkisi yapar; birikir boğar:

bu gönderiye neden olan iki şarkı:

sen yine olduğun gibi kal, benim için sakın değişme

beni geçirmeye yalnızlığım gelsin

evdeydim tüm gün; daha öncekiler gibi; dışarı çıkmaya korkar oldum; insanlardan sıkılır oldum; insanlardan korkar oldum çünkü biri çok korkuttu beni... sonra ölüm. dışarı çıktığın an; biri ölmüş; trafik kazası, tanışmıştım ama internetten tanıyorsum; can sıkıntısının karesi alındı o an. ölüm o kadar yakın ki; çıkmamak lazım belki de yorganın altından... gittim uyudum; rüyalar birer dipsiz kuyu. rüyamda karşımdaydı, rahat bırakmadı. din değiştirmek istedim, olmadı.

sonra dışarı çıktım; kar ayağımın altında gıcırdadı, guruldadı ve ezilip büzüldü... anıları ezer gibi ezdim onu; suyunu çıkarıp bıraktım; ama hayır rahatlamadım; kanımdaki üzüm fermantasyonu da rahatlatmadı; mutlu saatler bize çok uzak...

Çarşamba, Ocak 23, 2008

mutlu ve mutsuz saatler üzerine...

anglo-sakson ülkelerinde happy hours olarak bilinen, dilimize mutlu saatler olarak çevrilmiş bu kavramın/olgunun/saplantının/hercümercin farklı boyutları bulunmakla birlikte, çoğunlukla bir başkasıyla olmaya tekabül eder; yanında alkol, çerez misali iyi gider ve tabii ki kahkahalar mahçup ve hınzır veya muzur ve kaçamak ya da mağrur bakışlara eşlik eder... mütemadiyen devam eden geyik muhabbetinin yanı sıra müzik de işin içine girer. doğan bu keşmekeşin içinde çok şeyden bahsedilebilir: göçmenlikten, mültecilikten, mülteci kadınlardan, feminist kadınlardan ve ne olacak bu fener'in halinden. çoğaltılabilir. ama şurası muhakkaktır ki mutlu saatler, sadece ve sadece kendinden uzakta güzel bir ülke gibidir; ne başkası ne kendin için bi şey yapmak zorundasındır, o saatlere mutluluğu veren düşünmemektir, üzülmemektir, seni üzenleri kendinden uzak tutmaktır, daha fazla mutluluk ve daha fazla herşeydir. düşüncesizliktir, herşeyi daha fazla düşüncesizce geçiştirmektir. daha fazla ve daha fazladır. ve tabii ki çok daha fazladır. buna mukabil mutlu saatler, sana ne kardeşim'in uzaktan akrabasıdır; ee yeter artık sıkıldım'ın ise üvey kardeşi, sevmediği için uzak durulan; lanet olsunur öyle kardeşe; ve daha fazla mutlu saat, daha fazla başkaları demektir ki bu da kendinden kaçışın en güzel yoludur; başkaları ne güzeldir bizi mutlu eder onları düşünmediğimiz ve onlar bizim için piyon olduktan sonra. konuyu dağıtmadan mutlu saatlerin, mecburen mutluluk getirdiğini de eklemeli. hafta sonu yaklaşırken mutlu saatler de yaklaşır ama en güzeli cuma akşamıdır.

mutsuz saatler ise insanın kendi kıskacına girip kendi duvarlarında hapsolmasıdır. bu kadar.

Salı, Ocak 22, 2008

soğutucu-silici arasında gidip geliyorum, deniyorum en azından...

soğutucu sıkıyorum beymime; oyuna devam edebilmek için-maç sonuna kadar bi idare edersem gerikisi allah kerim! acıyan yerlere iki fıs fıs, işlem tamam; hava sıfırın altında olsa da; çok çalışmaktan hararet yapıyor belli ki arabam. önce silici denedim, şu camları temizlemeye yarayanlardan-küçüklükten beri hep kullanmak istemişimdir; vızzt vızzt çekersin-tertemiz; zaten her şey küçüklükten kalma; her anı sahibine lazım ama yok geçirmiyor, işe yaramadı; kar çok yoğun yağıyordu silecekler yetişmezken silicinin şansı yoktu. durup durup silmek yaramadı; devam etmek lazımdı maça, hah soğutucu diyordum! donduruyor ama kaslar gevşeyince başlıyor ağrı; yaparlar umarım bunun daha uzun süreli kalanını...

"bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde,
bir yanlışı düzeltircesine açmış;
gelmiş ta ağzımın kenarında
konuşur durur.

bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda,
güverteleri uçtan uca orman;
aldım çiçeğimi şurama bastım,
bastım ki yalnizlığımmış.

bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni
keşke yalniz bunun icin..."
(kullansaydım soğutu ile siliciyi...)-deniyorum en azından, olacak bu şiir, az kaldı bulucam o sen/o son kelimeyi!

Cuma, Ocak 18, 2008

gucur gucur ediyor kafamın içi, öldüremedim seni

iç ses denen şey önemlidir; size yol gösterir; göremediklerinizi gösterir, ama onu kontrol etmeyi de bilmelidir insan... sanırım ben edemiyorum bu aralar. ishal olmuş kendileri, kafamın içini gucur gucur inletmekte; atmak istemekte sürekli bi'şeyleri dışarı... hele ki yastığa koymaya görsün kafamı; söylevler ve demeçler başlıyor o an; tekmeliyor ve inliyor; uluyor ve küfrediyor; yaratıyor ve yeniden yaşıyor her şeyi; bi nevi reenkarnasyon-yalan olanından... ben ki uykuya teslim olmayı seven, direnemiyorum karşılarında; evet gucur gucur ediyor; gurul gurul ötesinde, daha fazlası, daha şenliklisi daha katmerlisi... o konuştukça ben susuyorum, onun konuşması beni içeri hapsediyor, onun söyledikleri beni delirtiyor, onun sesi-ta kendisi, geri gelmiş demek! sensiz diyor, yaşanmıyor...

seni öldüremedim bi'türlü, kendimi de; şimdi beni sokakta takip ediyorsun gölge gibi.

Cuma, Ocak 11, 2008

kaçış hatları

Yarattığımız kaçış hatları üzerinden, bizi saran sistemde gedikler açıyoruz ki hava alabilelim. O hatlarda derin çekilen bir nefes, sonra diplere dalmaya devam; hayatta kalabilmek için onu oyuna getiriyoruz, sadece bir oyun, bunun farkındayız; ama peşinden sürüklenmeyi seviyoruz bu oyunun; standartları ofsayta düşürüp, yeniden başlatıyoruz oyunu. kaçış hatlarına deplase toplar ve kontraataklarla gol aramaya devam...

Cuma, Ocak 04, 2008

atılacak adımlara dikkat...

kar yağdı ve anıları örttü. geçmişten sert bi rüzgar ardından ve kayıp düşmek için net bir zemin: aman dikkat adımlara! ardından çıkacak yalancı kış güneşi vıcık vıcık edecek onları ve yalancı ve nankör ve vicdansız bir güneş ve basıp geçmek için üstlerine yeterli bir izin, yalancı bir güven... kim onlar? hangi yabancı ülkeden gelmişler? hangi kar taneciğinin altına gizlenmişler?

kar altında koşup gitmiştim ya, halbuki bilinir, karda zordur yürümek; ben koşmuşum işte nasılsa- sevilmek sevmekten gelir inanmışım, her ne yandaysa; aşk filmlerinde olur ya; hah işte orada; kayıp düştüğümde bedenim sağlam yüreğim paramparça, her kimdeyse-neyse, aman dikkat adımlara!

geçen yıl yeni adımlarla başlamıştı; yeni ankaranın eski karı altında. şimdi eski ankaranın yeni karı yağdı; yine sokaklarda örtülmüş anılar; yine atılacak adımlar, yine değişecek hayat, yeniden ve yeniden aman dikkat adımlara! daha bahar var, sakın şaşırma.

bir de "cezayir menekşesi" vardı, içinden kar geçen...