Saçmalığın İki Kavramı

hayat üzerine bir iki şey

Çarşamba, Mart 29, 2006

güneşimden kaç!

koca galaksi yetmedi geçtiniz birbirinizin önüne, "çekil kardeşim görünmüyor yeryüzü burdan"! halbuki ay kendini siper etti bizler için; ufacık bir an olsa da görebilin diye güneşin patlamalarını... 54 yıl sonra yeniden görüşmek üzere, bu ne sevgi ah bu ne ızdırap...

"günlerden bir gün kara kışın sonuna doğru..."

Salı, Mart 28, 2006

birinci yılı doldururken....

"saçmalığın iki kavramı", birinci yılını doldurdu. Bu bir hazırlık evresi idi belki; şimdi biraz daha dışarı açılmanın ve bu saçmalığı paylaşmanın sırası mı? Böyle bir saçmalığa kalkışmaya gerek var mı? saçmalama be kardeşim dediğinizi duyar gibiyim; aslında hepiniz kulağımın için uğuldayıp duruyorsunuz; klavyemden dökülüyorsunuz...

Pazartesi, Mart 27, 2006

aranılan, istenen midir? yoksa başı boş bir avarelik mi hüküm sürmekte bedene...

huzurun dikensiz bir gül bahçesi olduğu kanısı nereden sızmış bünyemize bilinmez, belki de buna dair bir soru işareti huzuru aranan ama bulunduğu zaman şüpheyle karşılanan şey yapıyor; saçma olabilir,kabul-bu en başından beri kabüldü zaten- acıya yatkın bir taraf, mutlu ve başarılı olmanın, seviliyor ve ilgi görüyor olmanın, içimden bir şeyler kopardığını ve beni kendimden ettiğini düşündükçe delirecek gibi oluyorum; sürekli yolda olmak ama varmamak; uyku halinde olmak, gecenin peşinden koşmak, yoruluncaya kadar: tan yeri. ten yeri. dokunuş. geerçeğin yansıması. "burası cenkyeri, tanıdığım en iyi öğrenci öğrenmiş gizi, tanrım koru bizi"

Salı, Mart 14, 2006

film neden sinema'da seyredilmez

Uzun süre sonra vizyon'a giren bir film için sinemaya gitmemle birlikte neden sinema'da film seyretmeyi sevmediğimi hatırladım. Sadece festival filmlerini seyretmek ve bazı vizyona giren kaçırılmaması gerekitğini düşündüğüm filmler için sinemaya uğrama politikasına tekrar döndüm.

En iyi film oscar'ını aldığı için "Crash / Çarpışma"ya gitmeyi istemekle başladı herşey. AFM'in satın aldığı Migros alışveriş merkezindeki sinemada tekrar vizyona girmiş, herşey AFM'ye varana kadar harika, bilet fiyatları gerçekten pahalı (ya da istanbul standartlarında). İçerideki fast food restoranı havasındaki upuzun tezgahın yanında sıyrılığ salona girdim. Daha girer girmez "im keyfinizi patlamış mısırla yaşayın" gibi kült olacak bir laf eden sinema görevlisi karşıladı. Bende biletleri soracağını düşündüğüm için elimi cebime atmıştım ki, yüzümdeki ifadenin değişmesiyle elimi cebimden çıkarmam bir oldu. İçerisi epey kalabalıktı, en arkada köşedeki koltuğuma oturdum (ki aslında iki yan tarafta oturmam gerekiyordu, amma ve lakin hırslı izleyicler tarafından kapılmıştı). ARdından ışıkla loşlaştı ve makine çalıştı!

Once bir iki reklam gösterildi, ardından üç, dört, beş... Yaklaşık 15 dakikalık reklam izledikten sonra gelcek program filmleri gösterilmeye başladı. Bu arada ellerindeki devasa patlamış mısırlar ve kola bardağının tabanını sıyıran kamışın sesi de eşlik ediyordu. Çığlıklar atarak uzaklaşmak istemiştim ama öncelikle ilmi seyretmek istiyordum, ikinci oalrak da bir ton para saymıştım. Bu kadar para veriyoruz (bu fiyat ile Ankara Film Festivalinde iki film seyredebilirisniz) üzerine de bir ton reklam izliyoruz, olacak şey değil. Kimse de sesini çıkartmıyor bu duruma. Fida'nın eskiden güzel bir reklamı vardı dergilerde; "Film Sinemada İzlenir", şimdi "hadi ordan" diye karşılık veriyorum. Yaşasın beyaz cam demiyorum ama...