Saçmalığın İki Kavramı

hayat üzerine bir iki şey

Çarşamba, Temmuz 30, 2008

beyaz eşyalarınla yan yana

Geçen gün fark ettim ki kitap gibi konuşmak istemiyorum ben. Başı sonu belli, tez cümleciği konteks içine yedirilmiş, bağlantılar kuran ve atıflarda bulunan; Kant'a Hegel'e değinen ve bunun Foucault'la bağlantısını ortaya koyan laflar etmek istemiyorum. Zaten yayınlanan yazılarıma yabancılaşıyorumi görmek istemiyorum bi daha. Eeee'ler ııı'lar, şaşırıp kalmalar, tıkanlamalar, yanlış ve devrik cümleler bana daha uygun. Tabii meslek gereği bunlar uygun değil. Ama zaten uygunsuzluklar bütünü değil miyiz? Mağaradan sivil hayata geçememiş değil miyiz? Mutlu saatler bünyemiz ters değil mi? Oturup kalmak bize daha uygun değil mi o şık giyimli toplantılar çaylar kahveler laptop'lar ve kibarlıklardan?

İzin vermedi yalnızlık'a takıldım kaldım.

"anlatmaya çalıştım, yarın çok uzak.
zor geçtim yollardan, etraf dolu tuzak.
ne hayaller kırıldı gözlerden ırak,
ben seni düşündüm, zaten çok vakit alır
dünyaya dönmem, sırf bu yüzden dönemem."

"bunca yıl oturupta her yerini bilmediğim sokaklarda aradım seni.
artmadım da azaldım sanki,
bir bomba daha sallamışlar uzaktaki dostlara
artmadık da eksildik bu ara.
kafelerde, liselerde, sokaklarda avundukaşklarla, şarkılarla
yeminliydik onlar gibi olmamaya, dostlarla zamanla solmamaya
kimimiz küfür etti, kimimiz bakıp geçti, kimimiz mola aldı bu oyunda.
kaptan gitti, hava bozdu, herkes sandallara!"

"kral öldü, şehir düştü eğlenin doya doya.
o ufak çocuğuz hala, kendi krallığında hükmeden.
sen büyüdüm sandın yalnızca, beyaz eşyalarınla yanyana.

sen varolmak isteyen o kızsın hala.
kariyerler, bariyerler arasında
sen varolmak isteyen o kızsın hala
seçimlerin, geçimlerin arasında."

bir sonraki yorumum bunlarla ilgili olacak; okuyun-dinleyin-çalışın öyle gelin.

Çarşamba, Temmuz 23, 2008

gizli numara

Gizli numaraları bilenler, onunla mutlu olabilirler; gizli işler çevirip kimsenin bilmediği bir dünyayı ele geçirmenin narsist duygusuyla mest olurlar. Gizli numaralarla başkalarını yok ettiğini, rahatsız ettiğini düşünenler keyifli insanlardır. Onlarla tanışmak isterdim. Gizli işlerin mistik büyüsü ile yaşayıp, aslında bu işte bir iş var mıntıkasının herdaim bekçileri olan o babayiğit-anayiğit insanlarla... Kaçıp-kandırıp-yalan söyleyip mutlu olan insancıklar; kıskanıyorum sizi; iyi ki varsınız çünkü sizin ötekiliğiniz beni var ediyor.

Gizli numaralarla gecenin bi yarısı sessiz evimi şenlendiren insancık(lar); iyi ki varsınız; biliyorum ki buradasınız; buralardasınız ama görünmez zırhınız sizi çok başka yapıyor. O zırh ki sizi ölümsüz yapıyor. O ölümsüzlük ki sizi ulaşılmaz yapıyor. o ulaşılmazlık ki sizi cazibeli kılıyor. O cazibe ki sizi yok hükmüne getiriyor.

Açık seçik yaşamanın, tüm gizemlerimden arınmış olmanın, numaralarımı gizli hale getirememenin, gizlediğim numaralarla bir halt edemenin, açık sözlü olmanın saçmasapanlığı ile iyi günler diliyorum.

Pazar, Temmuz 20, 2008

geçen yıl bu zamanlar...

Tatildeymiş gibi yapıyorum demiştim; yıllar önce, geçen yıl yaptım yıllar sonra-damakta tat, ağızda acı; garip bir şekilde o görüntüleri içeren makina kayboldu, iyi de oldu belki; mistik bir keşmekeşin içindeymişiz meğersem.

Pencereden giren sıcak hava mevsimi hatırlatıyor, kurulan planlar banka hesaplarında eriyor; kıçım deniz kumuna burnum deniz kokusuna ellerim ten dokusuna hasret; bileğim ağrıyor hala, bone almıştım havuz için gidemedim hala.

Ne olduğuma dair yorumlar yapılıyor, eleştiriliyor ve öğreniyorum, tez cümlecikleri, el hareketleri, soğuksun biraz ama aslında iyi birisin tripleri. Aslında "şimdi biz buyuz" dedim. Umarım gereken sonuçları çıkarırlar, çıkarırız. Ama asıl konu bu makalede sen yoksun, o yok. Sadece kelimeler var, kısa yoldan erişemeyeceğimiz bir başarı var. Zabıt cerideleri var-olmalı. Gidip okudum eski metinleri, aşkları; oyunu kuralına göre oynamak gerekli. Oyun oynamak istiyorsan eğer..

Geçen yıl bugünlerden kat ettiğim yol kadarım, büyüdüm ve kahroldum. Yokuşlar çıkıp küfürler savuruyorum ter atan bedenimin her bir yanıyla, izin vermedi yalnızlık dinliyorum, bir canım var zaten bilmem kaç sıkımlık. Sıktım ve akıttım irini, yerine yenisi dolsun diye. Bekliyoruz gelsin diye...

Pazartesi, Temmuz 14, 2008

bir ingeborg bachmann şiiri;

kuşkularım, buruk ve doymamış
damlamakta akşamın derinliklerine
bir şarkı söylüyor yorgunluk kulağıma
dinliyorum...
daha dündü!
ama geçer nasıl olsa!

uykunun en güzel diyarlarını tanıyorum.
asla gitmek istemiyorum oralara
henüz bilmiyorum, kapkara göl
nerede son verecek acılara.
bir ayna varmış orada,
parlak ve sağlam,
ve istediği,bize,
acının yansımalarıyla,
derinlikleri göstermekmiş.

--

koca bir pazar günü kaybolup evimin içinde, çıkıp geldiğimde bunları buldum, boğucu pazara ithaf ettim; bir gün geri gelemeyeceğim o pazarlardan...

Cuma, Temmuz 11, 2008

yalan söyle-tüket-kaç-kurtul

bir yaş daha büyüdü diskötek; yeni bir mekan-yeni insanlar ve yeni tüketimlerle. geçen temmuz "içten içe, alttan alta, daldan dala, geçip giderken tenler arasında, terler arasında, şeyler arasında- bir yere varmadan öylece; bi anlamı vardır elbet öyle saç sakal, tribal, göt göbek, diskotek; ışıklar yanar söner, pick and down, loop... bulunur gökyüzündeki partiye merdiven, merak etme, elele" demiştim; ki o yarattı kendi partisini-memnun veya değil. çark dönmeye devam ediyor; kandırmaca sürüyor. yemek yapmıştım bir de, kumrular'ın az ötesinde...

yalan söyleyip, tüketip, bedenleri tespih yapıp sayan ve kaçan kurtulan, insancıklar her yanımızda, yanı başımızda, kısaltmalar veya uzatmalarla hayatımızda; yeni yaşlar dilerim ki ona, bu gibileri getirmez. biraz uçuk bi dilek oldu, farkındayım...

şimdi bu incinmiş bileğim, acılar içinde kıvranırken kelimeleri döküyor; var olsun; buz serinliğine muhtaç... bazen oturup konuşmak iyi geliyor; ki kızıl saçlı Butler okuyucusu iyi yetişti yine, gece vakti; konuşmaya inandırdı beni. dedim ki kendi kendime, sen (ve ben ve o ve diğeri)kibritin hiç yanmayan ucunda, birinin hayatını skms olsan da, senin gibiler ve benim gibiler, çeşitli düzlemlerde bir araya gelebilme gücüne sahipler. yeter ki yalansöyle-tüket-kaç-kurtul pratiklerinden az biraz uzaklaşalım. oturup kütüphanede dersimizi çalışalım, nefes alıp rahatlayalım.

bugün tcdd kütüphanesinde, demiryolu dergilerini karıştırırken kulak misafiri olduğum, kütüphaneci teyzelerin yaşamı ile diskötek ve en iyi arkadaşlarının yaşamı arasında uzanan çizginin garip bir noktasındayım.

Perşembe, Temmuz 03, 2008

herşey yolunda, problem yok

hayatın rahat ve kusursuz katmanını keşfettim yıllar sonra, ya da yeni farkına vardım. bu sebeple herhangi bir patent alma çabam olmayacak gibi görünüyor. lüküs hayat da nedir ki, bu yaşadığım katman varken. arkadaşlar, sevgilliler, seks partnerleri, şişe şişe içkiler, gereksiz tonlarca kelime ve söz öbeği. bazen oturup da düşünürüm, bu öbeklerin oluşturulma biçimini bir formüle dökebilir miyim diye. yıllar yılı boktan hayat tecrübeleriyle oluşturulmuş bu yeteneği bir sayfalık bir matematiksel bir formüle çevirmek... mistik bağlantılar üzerine olan kitapları okuduktan sonraki ürpertiye yakın birşey hissettiğimi bile söyleyebilirim.

monologlar, diyaloglar ve multiloglar arasında kaybolduğum zaman bu düşünce beynimi iyice kemirmeye başlıyor. vay be diyorum, kutsal bir şey mi acaba? evrimin son aşaması belki de.

arasıra yenik düşüyorum bu evrime, kendimi bırakıyorum. çünkü seks partnerleri de iyidir.

Salı, Temmuz 01, 2008

Sınır ihlali, savaş sebebidir.

"Böyle bilgece sözler, parasız olduğumda rahatsız olmamı engellemez tabii ki. Hareket alanının daralması diyelim; acıtır insanı. Sınırlarımı zorlasam, sınır ihlali savaş sebebidir. Gelip gidiciliğini görmek, gelmek ve gitmek'in iki aşık olduğunu bilmekle güzel. Sayfaların araç olduğunu anlamak, yıllarımı aldı. (...)

Bu rezillikler neyin kefareti? Bulmuştum, çünkü düşündüm. Bıraktım hepsini sonunda, çölde bir yerde zamanın rüzgarına. Yani kandırdım kendimi Demek ki rüzgar benden esmeliymiş. Bu rezillikler neyin kefareti? (...)

Sonra kelimeler ağırlaştı kafamda. Bazılarını bıraktım, onlar da gidip kalp kırmışlar. Kızmadım çünkü onlar benim havadar çocuklarım. Kelimeler benim kalp kırıklıklarım. Onları, ölmeye yakın bir insan gibi sevdim. Çünkü tartamadım, çünkü elleyemedim. (...)

Ayrılıklardan ayrılamadım. Belki de benim hayatım kendi başınalıklardan geçiyor. Billboard'daki yalnızlığım Salı Pazarı'na denk. Ne kadar yalnızsam o kadar yalnızım. Başka büyü yok. Çekilmeyen filmleri seyretmekten bıktım. Sen gel, sen çek istedim. Zarfın içindeki adam benim, bunu da söyleyeyim." (Cenk Taner, Andıran Otu, syf.15)