Saçmalığın İki Kavramı

hayat üzerine bir iki şey

Çarşamba, Mart 26, 2008

"bir şeyler doğal akışını sürdürüyor"

ifade, oyun sonu'ndan. bir şeyler doğal akışını sürdürüyor evet; herşey olması gerektiği gibi ilerliyor; herşey olması gerektiği yerde duruyor, oraya yerleşiyor, akış değişmiyor kendi mecrasında devam ediyor, akışı değiştirecek güce sahip değiliz; boyun eğmekle yükümlüyüz, zamanında aşka boyun eğmiştik ama o da boynumuzu kesti, acıdı ve giyotindeki kan sepetteki başımda gözüme damladı.

şimdi herşey ve herkes yerli yerinde, olması gerektiği gibi: diskötek istanbul'da, sevgili maria -kadınlar günü mesajıma cevap vermeyecek kadar mağrur- unchr'ın mutlu saatlerinde, ben de buradayım. yarımyamalak çalışmalarla akademik hayata gelincek son noktadayım. doğal akışın tam içinde, yetersiz bir şekilde oturuyorum. demiş ki küçük iskender-cumartesi günü imge'de gözgöze gelemedik ama ben onu gözlemledim-,

"evim!

eski bir sevgiliden gelen hediye gibi
sıkı sıkıya kapalı perdelerle,
duvarlarla paketlenmiş;
acının
yalnızlığa plastik bir güzellik tacı giydirdiği
evim!

her sabah yatakodasında yeniden doğduğum,
göbek kordonumu çırpına çırpına
ana rahminden getirdiğim iki sivri dişle koparttığım,
aşka zorlanmış gözlerimle
ümide zorlanmış cevherimle
bilinçaltından gerçeküstüne doğru upuzun bir koridorda koştuğum
sütle yorulduğum, tuzla bunaldığım, korkuyla doğrulduğum
kana, sperme
ve şeffaf şevkat gözyaşlarına düşkün evim!

o! ev kadar yakınımdaki
o! ev kadar durgun, ev kadar eşya, ev kadar
ruhumla bedenimi bir gece yarısı köşebaşında soyduğum
tenimle beton arasındaki manevi evrim!
o! sınırlarımdaki çatışmalardaki son durum!"

evler, sokaklar, jüriler, sınavlar doğal akışın seyrine devam etmesi için dizayn edilmiş araçlardır ve hepsi görevini yapmaktadır, herşeyi ve herkesi yerli yerine sokmak için.

Cuma, Mart 14, 2008

Gurbette de hiç kimseyiz...

Uzun zamandır düşünüyordum "Saçmalığın iki kavramı" isimli güzide blogumuzun adresinin neden "we are no one" olduğunu açıklamayı, neyse şimdiye kısmet olmuş. gurbet ellerdeyim ve bambaşka insanlarla bambaşka diyaloglar kuruyorum (disconnectus bey bugün şahit oldu telefon ile).

Bu blog projesinin başlaması oldukça saçma sapan olduğu için bunu atlayıp bu ismin kökenine geçeceğim. Aslında formatımıza da epey uygun bir hikayeydi. Acaba birkaç cümle attırsam mı ortaya? Tabi, gerekiyor...

Günlerden bir gün (yaklaşık iki-üç yıl önce) bilgisayar başında oturuyordum ve güzel bir blog adresi alayım dedim, çünkü yazdığım diğer gizli blog'un konsepti oldukça kişiseldi; daha bir toplumsal olma çabamdan dolayı taze bir nefes lazım idi. Bu noktada tabi ki devreye "disconnectus erectus" girer. Çünkü erek (?) içerisinde "toplumsal" gibi bir kavram var.

Hepimizin başına gelir; yepyeni bir site açılır, biz de bir bok varmış gibi atlarız ve hemen üye oluruz, hesap açarız, avatarlar seçeriz falan feşmekan. Tabiki bu tür yaşanmışlıkların sancılı iki tarafı vardır: ikincisi, şu resimlerdeki harfleri yazmaktır (evet kim okuyabiliyorsa artık). Birincisi ise tabi ki mahlas bulmak (ki hep aynısını kullananlar için sorun yok, örn: ŞeYtanRıDvAn65) ve adres uzantı belirlemek. Bende bu sancılı noktaya geldiğimde, hemen zaman kazanmak için mutfağa gidip bir kahve doldurdum. Bir iki dilim diyet bisküvi yi ağzıma atıp dünyanın en iyi orta halli kahvesiyle yumuşattım. Kafamda hala aynı soru vardı "adres ne olacak? böyle mi olacaktı?". Masabaşında bu iş beni bekliyor, saniyeler geçiyor, mutfakta oyalanmaktan sıkılıyorum. Bir müzik dinleyim, ne dinleyim falan filan... sonunda o enfes "Múm"un enfes parçası "green grass of the tunnel" hoparlörlerden tınlamaya başladı. O anda çizgi filmlere has olan ampül belirdi hemen kafamın üstünde. "Sonunda, hiç kimseyiz!"... "Finally we are no one". İşte mükemmel bir isim, internet çöplüğündeki yerimizi oldukça güzel belirtiyor. Bir hışımla "finallywearenoone" gibi bir isim girdim. bırrrr, çok mu uzun oldu yoksa? hmmm humm umm errr (ingilizler gibi yani). kafamın üzerinde bu kez ekonomik bir ampül belirdi (florasan gibi - diskötek tarafından yönetilen çizgi filmlere has bir özelliktir bu); "Wearenoone"! ilk anda bir bluğ çağı çığlığı gibi geldi, portishead kasetlerini çürüttüğüm günler gözümün önünde geçti. neyse dedim, bu ismin nereden geldiğini açıklarım da rahatlarım dedim ve bir mouse kliki ile bütün bir serüven başladı (uff ne iddialı).

Galiba biraz geç gelen bir açıklama oldu, neyse işte.

Sonunda hiç kimseyiz; "yaşasın!" mı yoksa "kahretsin!" mi demeliyiz?

Salı, Mart 04, 2008

yol, yolcu, yolculuk, yolculuklar

Yolculuklarımın bittiği noktada yepyeni yolculuklara uzanıyorum. Çok da eğlenceli sayılmaz ama yolda olma fikri pek fena değil. Gerçi şu an zorunlu bir ziyaret gerçekleştiriyormuş gibiyim. Olur ya, belirli gün ve haftaşarın yarattığı ziyaretler, konuşmalar, sayıklamalar ve hatta el öpmeler.

Yaşlı bir adam bugün falıma baktı ve yolculuklarımı onaylayıp beni tekrar yalnız bıraktı: "önünde yollar var...". Peki beybaba, sen sakin sakin sakin sahneyi terket, ben buradan bir yere ayrılmak istemiyorum şimdi. Bir bardak çay kadar ömrü var sabit kalışımın, o yüzden ağır ağır içiyorum kimi zaman, buz gibi oluyor. Biraz daha estetik duruyor kalışlarım, çayı höpürdetmenin zorunluluğun var olmayışında. Hemen gidip bir rize turist çayı alayım da tam olsun bu metaforlar. Turist gibi davranıyorum, bir iki fotoğraf çekip şehrin en bilindik yerlerinde turluyorum.


Hayır, lütfen, buna kendi içine bir yolculuk olarak adlandırmak istemiyorum. Hadi, çıkıp gidelim.

-sir, welcome?
-hadi eyvallah!