yersiz yurtsuz yazarlar
yine tarihin tekerrürden ibaret olduğu düşüncesinin hayatımın her tarafına yayıldığı günlerden biri, değişen bir şey yok. yazmaya korktuğum için yazmıyordum, dinlemeye korktuğum için dinlemiyordum. eski-yeni plaklarımın arasında seçim yapmak zorunda kaldım birkaç gün önce. şeyler ve benim aramda köprü kuran o hikayeler ortaya çıkıyor tek tek. küçük bir alman şehrinde şans eseri karşıma çıkan depo dükkan arası bir dükkanda geçiridiğim bir iki saat sonrasında aldığım bir iki plak, kendisinden epey plak aldığım bana hediye olarak gönderen buzzbox'ın plağı (bu buzzbox takma isimli çocuğun hikayesi hakkında epey kafa yormuştum zamanında), ardından elim bir iki albüme kaydı, piano magic - writers without homes. albümün ilk tınısıyla beraber, albümle benim aramdaki hikayeler araya giriyor; tavanında su akıntılarının izinin eksik olmadığı, basık tavanlı, eski halı kokusunun bir türlü çıkmadığı güzel odamı düşledim. bir sigara yakmazsam hemen oracıkta öleceğimi düşündüm (evet, sigarayı bırakma çabam yine sigaranın üstünlüğüyle sona erdi; ayrıca sigarayı özendirdiğimizi düşünen iyi niyetleri birileri erişimimizi engeller mi?)
hayatımın "şeyler" ve benim aramdaki bağlardan ibaret olduğunu düşünüyorum şu anda ki yazmamın başlıca sebebi bu. şeyler" hayatımı ele geçirmiş durumda, daha fazlası için kendimi yiyorum. aslında daha fazla şeye sahip olmak eskileriyle aramdaki bağı koparacağını düşünüyordum, sadece bağlarımı derinleştiriyor, düğümler atıp kopmamasını sağlıyor. acaba haddinden fazla hikaye unutmamı sağlayabilir mi, yoksa hep bir yerlerden fışkıracak mı? (sigmund bey buna derdi bilmek istemem).
aramda organik bir bağ bulunması vedalaşmalarımı uzatıyor; hareket eden trenden inip gardaki sevgiliye koşuyorum hergün. birşeylere saplı kalmak beni güvende hissettiriyor. hergün bir trene biniyorum ve hergün tekrar iniyorum. ne kadar çok tren istasyonu görsem de hepsi aynı şehrin istasyonu oluyor; şehrin ne önemi var ki; saplı kaldığım nota beni öldürüyor. yoksa kaldırımlar her yerde az çok aynı, güzeller her yerde güzel görünüyor, kahvenin tadı aynı sertlikte.
birşeylere devam etmek için, birilerinin gelip herşeyimi yok etmesi gerekiyor, imha makineleriyle gelmeliler ki tekrar tekrar çöpten toplamayım. manevi bir durumdan söz etmiyorum; oldukça gerçek bir imhadan bahsediyorum şu an. yok denecek kadar az kişisel eşyası olan insanlara her zaman imrenmişimdir; kendi bağımlılığımla yüzleştiriyor beni.
evet usta, mevsim uzun
başka bir mevsime gidiyorum, umarım şeyler peşimi bırakır.