kırıklarla yaşam
kabuğumdan çıkma denemeleri, bana kırık-çıkık olarak geri dönüyor. önce kalp kırığı, şimdi de skafoid. memnun oldum başparmağımın küçük kemiği, alacağın olsun; dirseğe kadar alçıladın beni; sol yanımdan vurdun beni...
halbuki kalp kırıklıklarını bilumum 404-tutkal ve japon yapıştırıcısı ile geçiştirmiştim; bu kırığa ise 3 hafta dayanabildim; doktora 10 gün dedim gerçi, utancımdan... hastanelere gitmemek prensibi bir yere kadar işliyor; sonra o yüce prosedürler, doktor peşinde koşmalar, sonuç için beklemeler, imza için beklemeler, bunlar bizde yok git eczaneden al gel demeler...
kırıklarla yaşamaya alışacağımı düşünüyordum ama uzun vadeli etkileri önüme sürdüler; alçı olmasa olmaz mı diye direndim doktora ama bana bu kalp ağrısına benzemez gibi bir şeyler söyledi (ya da ben öyle anladım ağzından çıkanları...)
aslında bu yazının başlığı "ibn-i sina hastanesi ve bilinmeyenler" olabilirdi; malumunuz bu blogun en popüler girdisi, diskötek'in taa ilk aylarımızda yazdığı hacettepe üniversitesi yorumudur. bloga giren her 10 kişiden 6-7si, hacettepe üniversitesi anahtar kelimesi ile uğruyor bloga; sağolsun hacettepe üniversitesi hastanesi sayacımızı işletiyor. yoksa 1paragrafta 3kere anmanın ne anlamı olabilir ki hacettepe üniversitesi hastanesini.(acilen "hastaneye en yakın oteller listesi" yapmalıyız sayın diskötek, vatana millete ve sayaca hizmet!)
bir hastanenin acilinde 7-8 saat kadar süründüğüm günün özeti: röntgenlerime bakan birinci doktorun filmleri bir kenara atıp gitmesinden sonra duruma biraz sert çkıp ikincisini rica minnet telefonla çağırıp, bir diğerinin yemek ve internet seanslarını öncesinde "şimdi hemen geliyorum" diyip ikişer kez 45 dk-1 saat bekletmesi ile; bileğimi çeken tomografide kafanı oynattın diye azarlanıp, teşhisin şüpheli olmasından kelli doçentin teşrifini bekleyip, hasta hakları tabelasını müstehzi bir ifadeyle okuyup, sus işareti yapan hemşire yerine konan müşteri-hasta karşılama sloganları ve beklediğiniz için endişelemeyiniz yazısına karşı gülsem mi ağlasam mı diye düşünmekle; iki saat boyunca acilde bir tahlil sonucunu beklediği için sinirden bağırıp çağırarak ağlayan ve "hakkını" araya kadına gidip sarılma isteği ile; acilde alçı pamuğunun olmamasından dolayı 2 milyon malzeme için hastane dışına çıkıp gelinip sonucunda vertumnus'un "abi yeter kavga etme şu elinle" sözleri eşliğinde bira yudumlayarak geçirdim dünümü ("bu acil servislerde adını unutmaya devam ediyorum"). günün kahramanı: teşekkürler silifkeli intern abla.
bugünüm, kalem-bıçak kullanma/kapı açma pratikleri, küçük bir kemiğin niye dirseğe kadar alçılandığını insancıklara anlatma ve "hayat işte" terennümleri, 3 haftadır niye doktora gitmediğime dair kendime rasyonel nedenler bulma seansları eşliğinde gidiyor.
banyo için, koluma sarmak niyetiyle buzdolabı strec filmi aldım ve bulaşıklar mutfakta bekliyor-gönüllü aranmakta; o 10kişiden kalan 3-4üne duyrulur ki onların ikisi tatilde, biri de başka bir dünyanın mutlu saatlerinde...
3 kuruşluk paramla 3 günlük tatil planları, 3 kuruşluk dünyanın 3 saniyesine gömüldü. bir önceki girdimin vaadi ile noktalıyorum, bu sağ el ve sol orta parmak işbirliği ile türetilen satırları:
"derin tutkulara düşmemek: buydu hayattan anladığımız.
ama ne varsa düşenlerde var, varmış meğer." (şimdi biz buyuz)