kızılcık şerbeti
İlkokulda beslenme çantalarına eşlik eden mataralara su yerine, ki annem illa ki bi şeylerin "yerine" daha vitaminlisini vermekte hala ısrarcı, meyvasuyu doldurulduğu olurdu. Eskişehir bozkırında bulunmayan kızılcığın şerbeti (biz şurubu derdik), o günlerin en havalı içeceğiydi benim için. İstiklal ve Emniyet ilkokullarında benimle aynı sınıfı paylaşanlara tattırıp tahminlerini alırdım garibanların... Çoğunlukla astronot kıyafetine benzeyen mataraların arasında ev biçiminde ve bacasında bulunan kapağı ile ayrı bi havası olan mataramın içindeki gizemli içecek de ilgi çekerdi.
İçip içip biriktirdiğim iyi olmuş o kızılcık şerbetlerini bünyemin münasip bir yerlerinde, şimdi Türk filmi sahneleri gibi içe kapanıp öksürdüğümde, elimdeki bembeyaz mendili boyayan kanı, kızılcık şerbeti diye yutturabiliyorum böylece seyircilere; hatıraların kan kırmızı kızgınlığını ve kekremsi tadını en iyi kızılcık şerbeti karşılayabilir çünkü; kan yumuşak ve sıcak kalır onun yanında. İnce hastalığa tutulanların tutunduğu dalmış kızılcık ağacı o gürdüklü (kaşındırıcı) yapraklarıyla... Aslında anıları kaşımak hiç iyi bir alışkanlık değildir; dildeki yaraya dokunmak da öyle; kaşımasan-dokunmasan geçer bilirsin ama dayanamazsın...
Şimdi ağzımdaki acı tadı tükürdükçe, mataramdaki kızılcık şerbeti dökülüyor toprağa, beyaz mendillere, beyaz sayfaya ve siyah klavyelere... Geçmiş, şerbetli bir içecektir ve tükürdükçe çoğalır. Her yudum, travmalar arası geçişi simgeler. Travmalar cumhuriyetinde, kan kusup kızılcık şerbeti demek, adap gereğidir.