Uzun süre sonra vizyon'a giren bir film için sinemaya gitmemle birlikte neden sinema'da film seyretmeyi sevmediğimi hatırladım. Sadece festival filmlerini seyretmek ve bazı vizyona giren kaçırılmaması gerekitğini düşündüğüm filmler için sinemaya uğrama politikasına tekrar döndüm.
En iyi film oscar'ını aldığı için "Crash / Çarpışma"ya gitmeyi istemekle başladı herşey. AFM'in satın aldığı Migros alışveriş merkezindeki sinemada tekrar vizyona girmiş, herşey AFM'ye varana kadar harika, bilet fiyatları gerçekten pahalı (ya da istanbul standartlarında). İçerideki fast food restoranı havasındaki upuzun tezgahın yanında sıyrılığ salona girdim. Daha girer girmez "im keyfinizi patlamış mısırla yaşayın" gibi kült olacak bir laf eden sinema görevlisi karşıladı. Bende biletleri soracağını düşündüğüm için elimi cebime atmıştım ki, yüzümdeki ifadenin değişmesiyle elimi cebimden çıkarmam bir oldu. İçerisi epey kalabalıktı, en arkada köşedeki koltuğuma oturdum (ki aslında iki yan tarafta oturmam gerekiyordu, amma ve lakin hırslı izleyicler tarafından kapılmıştı). ARdından ışıkla loşlaştı ve makine çalıştı!
Once bir iki reklam gösterildi, ardından üç, dört, beş... Yaklaşık 15 dakikalık reklam izledikten sonra gelcek program filmleri gösterilmeye başladı. Bu arada ellerindeki devasa patlamış mısırlar ve kola bardağının tabanını sıyıran kamışın sesi de eşlik ediyordu. Çığlıklar atarak uzaklaşmak istemiştim ama öncelikle ilmi seyretmek istiyordum, ikinci oalrak da bir ton para saymıştım. Bu kadar para veriyoruz (bu fiyat ile Ankara Film Festivalinde iki film seyredebilirisniz) üzerine de bir ton reklam izliyoruz, olacak şey değil. Kimse de sesini çıkartmıyor bu duruma. Fida'nın eskiden güzel bir reklamı vardı dergilerde; "Film Sinemada İzlenir", şimdi "hadi ordan" diye karşılık veriyorum. Yaşasın beyaz cam demiyorum ama...