ankara monologu
ankara'yı sevmek fazla emek isteyen bir iş gibi gözüküyor. üstelik insanların "boktan ankarası" ve "dibimizi donduran kış" gibi iki farklı kavramla bir araya gelince daha da beter. kim sevebilir ki her ikisi birden üstelik ankara'ya özgü o yalnızlığı da yaşıyorsunuz. ama ankara'yı sevebilmeyi başaran bir avuç insana da sorarsanız bu şehre en yakışan mevsimlerden birinin (ki sadece 4 tane var) kış olduğunu söyler. güneşli bir kış gününü hiçbir şeye değişemeyen cins bir ankaralı'yım bende ya da öyle olduğumu sanıyorum (sürekli sanıyorum, bir şeyleri bilmenin vakti gelmedi mi "23 yaşında önemli biri olacaktım" ve çok daha önemli cümleler kuracaktım).
kulağımda the magic numbers'ın aptal bir mutluluk yaşatan "forever lost" parçasıyla yürüyorum gecenin bir yarısı ve kristalleşen nefesimle konuşuyorum. hergün milyonlarca üretilen ankara monologlarına bir yenisi daha ekliyorum. içimdeki kahve içme isteğini bile yeniyor, "hoş bir sohbet", içinizi kemiren bir sohbet; sokaklara kazınmış fotoğraflar da eşlik ediyor bu görsel-işitsel şölenime. mutlu olduğumun farkında mıyım peki yoksa daha da fazlasını mı istiyorum. viyana'yı düşlüyorum, koşulları hazırlanmış bir benzetme yaşadığım. sokakların üzerinde uçuyorum ve bulunduğum noktayı izliyorum. aklıma gelen merdivenleri düşünüyorum ve uzanıyorum bilinç-üssüme. merdivenleri çıkarken kristalleşen nefesim ölüyor ve sadece pis bir nefes kokusu kaplıyor etrafı. yalnız çıkıyorum tekrar, yalnız çıkıyorum, tekrar tekrar ve tekrar...
0 yorum:
Yorum Gönder
<< Home